Kayıtlar

bu kelimelerin ne anlama geldiğini tabii ki biliyorum!

 Olan biten her şeyden sonra bu konuları seninle konuşmak kendimle konuşmaktan daha kolay. Çünkü sen dünyada beni dinlemeyecek tek kişisin. Dürüst olmak zor, özellikle yanımda sen varken. O yüzden yanımda olmamana seviniyorum. Aramızda mesafe varken zihinlerimiz neredeyse bir olacak kadar yakınlaşıyor. Seni kendiliğinden alıp zihnimin içine sokmak bana kimliksiz zamanlarımı hatırlatıyor. Unutma, diyerek kendime hatırlatmam gerekiyor yanlış bir şey yapmadığımı. Sakin ol, diyorum, her şey senle ilgili değil. Sonra ben de kendimi bu sözlere inandırmaya karar veriyorum. Ya inanmamışsam?  Demiyorum artık, inanıyorum. Gerçek göründüğü kadar basit değilse bile onu çözemeyeceğim kadar karmaşık(mış). O nedenle ben de pembe yara bantları takıyorum duvar çatlaklarına. Zaten bir anlam ifade etmiyorlar, en azından güzel gözüksünler ki ağlarken gülebileyim. Gülerken ağlamayı da başarırsam bu iş tamamdır. Ama o zaman senle konuşmayı da bırakırım çünkü ağlayabilmek için sana ihtiyacım kalmaz....

Yazmak Üzerine

  Böyle yazılara başlamanın en zor kısmı başlamaktır. Aklındakileri dökmek için yapılacak kısa bir açıklama, doğru kelimeleri seçme ve bir şekilde açıklamanın yordamını arama gibi stratejik eylemlerle birlikte bana göre yazmanın en sıkıcı tarafıdır. Ardından sürükleyeceğin binlerce kelime oturup zihninde sırasını beklerken önce geleceklerin ilk olmaları yüzünden büründükleri kaygı, ortamı bir grup histerisine dönüştürebilir bazen. Oysa yazılar anlaşılmak için mi yazılır? Anlaşılmak için yazılmadığında bile en kötü ihtimalle anlatmak için. İki amacın arkasında da aynı ihtiyaçlar doyurulmaya çalışır; içeride gerçekleşenleri bir şekilde dışarıda tutma, daha somut ve görünür bir hale bürüme ve ortalıkta dağınık kalmış görüntülerin fark edilmesinin büyüsünü ortaya çıkarma…  Çünkü yazmak biraz da böyle bir şeydir, fark edilen bir karmaşıklığın fotoğrafını çekip onda ne fark ettiğini betimlemeye, benzetmeye, çeşitli ve farklı şekillerde yeniden tasvir etmeye çalışmaktır.  Fo toğ...

Sevmek Zamanı

Dürüst ve içine kapanık bir adam, bir gün evini boyamaya gittiği bir kadının salonun ortasında gördüğü portresine aşık oluyor. Gördüğü resme hayran kalan adam, portrenin karşısındaki koltuğa oturuyor ve saatlerce gördüğü resmi izliyor. Daha sonra bir yıl boyunca, evi boyamaya gittiği her gün. Halil, hiç kimseye bir açıklama yapma ihtiyacı duymayan, her şeyi olduğu haliyle kabul eden ve böylece kendi hayatındaki huzuru devamlı tutmayı başarabilen bir karakter. Öyle ki, resmine aşık olduğu kadını bile görmek istememekte ısrarcı. Ama bir gün bir kaza oluyor ve resimdeki kadınla rastlaşıyorlar. Hikaye burada başlıyor. Meral, Halil’in kendisinin resmini izlerken gördükten sonra bir merak duymaya başlıyor meseleye. Halil ne kendisiyle doğru düzgün konuşuyor ne de kendisine ilgisi olduğunu belli eden en ufak bir harekette bulunuyor. Meral daha önce hiç karşılaşmadığı bu durumun gizemine çekiliyor. Bilmek istiyor, daha fazlasını öğrenmek istiyor. Sonra dayanamıyor ve Halil’i bu sefer o buluy...

Çerçeveler

Çerçeveler hep beni gördüğüm gözden başka bir yere taşıyor gibi hissettirirdi. Sanki ben, dışarıdan çok mutlu veya çok kasvetli bir masala bakıyordum bir gözün ardından. Ne var ki anlık görüntülerin mutlulukları bir an sürüyordu. Sonra her şey geçiyor, ben yine kendiliğime döndüğümde sıkılıyordum bu dünyadan. Yeni bir şeylerin çekiciliği hep yeni olmalarından kaynaklıydı, öğrendiğim onca yeni şeyin sürpriz etkisi bir uyuyup uyandığımda çoktan yok oluyordu. Bu nedenle içime düşen dünyayı bir başkasının gözünden görme isteği hiç peşimi bırakmıyordu. Bir gün biri olmaya, başka gün bir başkası olmaya karar veriyordum. (O halde ben kim oluyordum?) Bütün bunların bedeli hiç kimseliği kabullenmem gerektiğiydi. 

Tuzak

Her şey birdenbire olmuştu. Gerçi bir şeylerin birdenbire olması ona göre böyle olaylar için kullanılabilir bir nitelik taşımıyordu. Bir keresinde biri söylemişti, ne diye aşkı bu kadar karmaşık bir şekilde tanımlıyorsun? Birini sürekli özlüyorsan aşık olmuşsundur işte, ben bir keresinde aşık olmuştum. Özlem hissi o kadar yoğundu ki bir türlü geçiremiyordum içimdekini. Belki onu idealize etmişsindir, belki de onda olmasını istediğin veya istemesen de seni her zamankinden çok farklı hissettiren bir şeyler vardır. Yani ihtiyacını duyduğun şey her ne ise onda vardır. Ve öyle bir ana denk gelmiştir ki bir türlü atamazsın aklından. Zaman geçer, onda hissettiğin gibi hissedeceğin kimse çıkmaz karşına. Belki de çıkar da sen görmemekte ısrar edersin. İstemiyorum dedikçe istersin, arzulamıyorum dedikçe arzularsın. Çünkü arzular onları istemediğimiz zaman da belirir. Oralardadır hep zaten, ama kendini bizim bağışıklığımız düştüğü zamanlar gösterir. İhtiyaçlar onları ne kadar uzun süre görmezden ...

Hatalar

 Hata yapmayarak da hata yapar insan. Hataya düşmemek için attığı bin türlü takla sonucunda şişer, patlar ve kendine hak görür hatayı. Bir şeyi kendine hak gören biri onu dibine kadar harcar.  Hata yapmayarak hata yapar, kusursuzluğu arar çünkü. Aslında çoğu zaman kazanan kusurdur. Kusur, bizim farklı gördüğümüzdür. Kendi yargı dünyamızda öğrenerek gördüğümüz hatalardır kusur. Bunu bir değil de üç beş kişi diyince olması gereken olur.  Hata yapmayarak hata yapar insan, çünkü hata yapmamanın mümkün olmadığı gerçeğini reddediyordur. Kendi dünyasında yaşayarak var ettiği tutarlılığında boğulur, buna da tamlık bütünlük der. İhtiyaçlarını kabul etmek yerine reddeder, çünkü hata yapmak da bir ihtiyaçtır.  Zihnini olanda değil olması gerekende bekletir durur ama olması gereken hiç olması gerektiği gibi olmaz. Basit olanın basitliğini hafife alır, oysa bir şeyin basit haliyle de güzel olabilmesinin ne kadar zor olduğunun farkına varmaz. Hatasız olanla kafayı bozmuştur, zihni...

Düşlerin Karanlığı

 Hissettiklerini başka şeylere çarpıtmadan yorumlayabilme cesaretine sahip değildi genelde, ama bu sefer nerede unuttuğunu bilmediği bir hissin rüzgarına kaptırmıştı kendini. Bir Kasım sabahı kasvetinin ardından ansızın vuran güneş gibiydi. İçi titriyordu, delicesine titriyordu başta, sonraları bir sıcaklık yerleşiyordu yavaş yavaş hücrelerine ama geçmiyordu titremesi. Çok önceleri, sanki bu hayatından da önceleri deneyimlediği his gibiydi. Bu sıralar her belirdiğinde öyle bir heyecan silsilesi yaratıyordu ki içinde, kafasından hiç olmayacak şeyler, oyunlar, senaryolar geçiveriyordu dakikalar içinde. Zamanının dışına çıkıyor, ışık hızında geçen imgeler gelip geçiyordu siyah perdesinden. Geriye kalan dakikalarda, bu hissi yitirdiğinde ise içine yerleşen soğuk kasvetle yüzleşmek zorunda kalıyordu. Başlıyordu eziyeti o zaman, senaryolarının yaşanmayacağı ihtimalini düşünmesi bile mahvediyordu içini. Ne istediğini ilk defa bu kadar biliyordu oysa, ama olacak iş değildi bu. Keşke bilmes...

özgürlük sınırlar kümesinin dışına çıkamaz

Küçüklüğümde etrafımı saran güven hissini, yeni deneyimleri, kontrolümün dışında gelişen her şeyi nasıl heyecanlı karşıladığımı, o zamanlarımın gittikçe silikleşen hatıralarını büyüdükçe daha da arıyorum. Evde olsam da olmasam da, evde olmanın çocukluğumdaki büyüsü yok artık.  Büyüyünce büyüsü kaçıyor her şeyin, hiçbir deneyim ilk olarak kalmıyor. H eyecanla gittiğin okulun büyüdükçe aynı şeyleri sürekli tekrar eden bir saate dönüşüyor. İnsanlar sana daha farklı bakmaya başlıyor, gözlerinde her şeyi yapabilecek deli çocuk olmaktan çıkmaya başlıyorsun artık. Bireyleşiyorsun, ama çevren sana bireyleşmenin bedelini çok keskin ve ani yöntemlerle ödetiyor. Hiç öğrenmediğin, bilmediğin şeyleri başarmanı bekliyorlar senden. Daha niye olduğunu bilmediğin rekabetin içine atıyorlar, bir anda büyüyorsun böyle işte. Çay saatlerini hatırlıyorum, akşam yemeğinden yarım saat kadar sonra kulağa gelen kaşık seslerini. O kadar canlı ki gözümde, kış zamanları tüten çayın buharının camı buğuladığını...

Düş

 Uyan, uyan, uyan! Hiç yok gibisin. Oldun mu ki? Yaşandı mı bu yaşadıkların? Şaka bunun neresinde, gerçek olan hangisi? Kafanda yaşadıklarının gerçek olmadığını nereden biliyorsun? Gerçek olanların yaşandığını? Hatırlamakla cezalandırılmışsın geçmişteki duygularını. Anların gözüne gelmesi o kadar kolay değilken o muhteşem zor anlarda ne hissettiğini hemen tekrar hissedebilmeyle. Acı çeken bir robot tıpkı senin gibi görünürdü. Hücrelerin bilincini oluşturduktan sonra seni canlı tutmak için mesai yapmayı bırakmış ve teslim olmuş kendi oluşturduğu şeye.  Boşluğa bakan,   yorgun, hafif dolu ama yaşın akmadığı, hafif bayık ve altı çökkün gözler, sabit taş gibi bir yüz. Zaman akarken yanına almayı unutmuş seni. Üzgün görünmüyorsun, anlamsız ve saçma, bir de umutsuz görünüyorsun.  Aklından neler geçtiği asla tahmin edilemez, tahmin edilmek de istenmez. Orada, arkada her ne varsa beni de alıp götürebilir suları. Öğrenmek istemem bu yüzden, her şeyin mükemmel mesafede...

Korku Tanrı ve Ölüm

Ellerine bakıyordu. Kahve fincanını kavramaktan öte onu sıkıca tutan ellerine. Hayata dair sıkı bir anlayış geliştirdiği anlardaydı, içine düşen kuşku gittikçe büyümüş ve bu ana kadar getirmişti onu. Dünya ağır geliyordu, ne metaforları kaldırabiliyordu artık ne hikayeleri. Gerçek miydi bunlar, yoksa bir gün hiç bilmeyeceği bir şey bir rüya görmek gibi mi olurdu? Canlıları düşündü, gelip geçen her şeyi. Bütün dünyanın acısı bir anlık içine çöktü. Gözlerinin önünden yol ortasında vurulan insanlar, yolda ezilen kediler, istismarlar, zulümler… Aklından birçok şey geçti.  Korkuyu düşündü.  Korku, düşünülecek şey değildi. Korku öyle bir güdüydü ki onu hayal ettiğinde bile içine müthiş bir acı hissi doluyordu. Korkunun nedenlerini, sonuçlarını, insanı nasıl bir hale soktuğunu düşünmek fiziksel acı çekmek gibi geliyordu. Sonra nelerden korktuğunu düşündü, hayatta onu harekete geçiren ne varsa onu bu korku hissi etkilemişti, böyle bir korku hissiyle gerçek bir korku aynı şey miydi?...