Düşlerin Karanlığı
Hissettiklerini başka şeylere çarpıtmadan yorumlayabilme cesaretine sahip değildi genelde, ama bu sefer nerede unuttuğunu bilmediği bir hissin rüzgarına kaptırmıştı kendini. Bir Kasım sabahı kasvetinin ardından ansızın vuran güneş gibiydi. İçi titriyordu, delicesine titriyordu başta, sonraları bir sıcaklık yerleşiyordu yavaş yavaş hücrelerine ama geçmiyordu titremesi. Çok önceleri, sanki bu hayatından da önceleri deneyimlediği his gibiydi. Bu sıralar her belirdiğinde öyle bir heyecan silsilesi yaratıyordu ki içinde, kafasından hiç olmayacak şeyler, oyunlar, senaryolar geçiveriyordu dakikalar içinde. Zamanının dışına çıkıyor, ışık hızında geçen imgeler gelip geçiyordu siyah perdesinden. Geriye kalan dakikalarda, bu hissi yitirdiğinde ise içine yerleşen soğuk kasvetle yüzleşmek zorunda kalıyordu. Başlıyordu eziyeti o zaman, senaryolarının yaşanmayacağı ihtimalini düşünmesi bile mahvediyordu içini. Ne istediğini ilk defa bu kadar biliyordu oysa, ama olacak iş değildi bu. Keşke bilmeseydi istediğini, belki kaybedecek çok şeyi olduğunu düşünmezdi o zaman. Oysa şimdi korkuyordu, elindekileri de kaybetmekten korkuyordu. Bilinci cesaretini gitgide eritiyor, yok ediyordu.
Bir şeyler yapmalı, diye düşündü. Hiçliğe katlanamazdı insan. Hiç olmaya, birileri için hiç anlam ifade etmemeye, bir şeyler olmamasına, kendi karanlığı içinde asılı kalmaya tahammül edemezdi. Işığını yakmak istiyordu, ışığın nerede olduğunu da biliyordu, ama korkuyordu ışık açıldığında ortaya çıkacak olan gerçeğin çıplaklığından. Düşlerinde karanlığı mor veya mavi olarak hayal edip zamanını geçirebilmişti geçmişte, buna da inanmaya başlamıştı zamanla. Düşlerinde beklemişti, olması gerekeni defalarca canlandırıp durmuştu kendi zihninde. Ama gerçeklik, ortada var olan koca bir hiçliğin var olduğu gerçeğini bilmek bütün hayalleri zehir etmeye yetmişti. Bir şeyler değişmeliydi ve bunun acilen zihninin dışında olması gerekiyordu. Yaklaştı ışığa, koydu elini, basit bir hamleydi ama vücudu buna izin vermemek için kendi içinde savaş veriyordu.
Gerçekliği görmek adına o değişikliği yaratacak mıydı? Ne kadar
zamandır bu odadaydı, ne kadar zamandır kopmuştu gerçekliğinden, onu bile
unutmaya başlamıştı. İçini titreten ve sonra ısıtan bütün bu hislerin varlığı
her şeyi değiştirmişti, artık içindekiler de yetmiyordu ona, fazlasını
istiyordu ama bunu gerçekliği görmeden yapmasının imkanı yoktu. Oyunlar hiçbir
zaman kurgulandığı gibi yaşanmazdı zaten, ama sonsuza kadar karanlıkta
titreyeceğini bilmek istiyor muydu? Bilemiyordu, tek bildiği bir şeyler
olmalıydı, bir şeyler yapılmalıydı. Hiçbir şey yapmasa da kaosa doğrudan
sürüklense olmaz mıydı? Olamazdı artık. Geri dönüş yoktu buradan. Dokundu
lambaya hızlıca, ittirdi parmağının ucuyla hafifçe.
Sonra hafif sarılığıyla parladı ay karşısında. O kadar dikkat
çekiyordu ki, bakmaması elde değildi. Kafasını tepeye çevirmeyi akıl etmemişti
hiç, kutu gibi küçük bir odada olduğunu düşünmüştü. Kafasını parlayan ışıkla
birlikte yukarı çevirdiğinde yüzbinlerce yıldızla karşılaştı. O an anladı, bu
hissin tanıdıklığının nereden geldiğini. Hatırladı, hatırladı ilk defa
deneyimlediğinde yıldızlara baktığı her şeyi. Aldığı tatları, duyduğu sesleri,
yaşadığını fark ettiği anları hatırladı. Aydınlık değildi, güneş içini
ısıtmıyordu, hala soğuktu, ama hissediyordu! Kendi gibi hissediyordu, kokusunu
çektiği hava bile değişmişti. Düşlerinin karanlığı artık ona binlerce
projektörden geri yansıyordu. Koştu sonra, koştu dakikalarca. Kaybolana kadar
koştu, hissettiği enerjiyi tüketebilmenin başka bir yolu yoktu.
Bulunmak istemiyordu, hiç bilmediği bir kayboluş çeşidiydi bu. Kaybolmanın bu kadar güzel olabileceği hayallerine bile sığmayacak bir şeydi. Hayallerinde hep bulmaya odaklanmıştı. Kaybolmak, kaybetmek bir şeyleri ve kendini, bütün bunları korkunç bulurdu ama şimdi bir şekilde çok mutluydu. Yoruldu, uzandı yıldızların ışığına. Düşlerinin karanlığında değildi artık, düşlerinin aydınlığındaydı.
Yorumlar
Yorum Gönder