Sevmek Zamanı

Dürüst ve içine kapanık bir adam, bir gün evini boyamaya gittiği bir kadının salonun ortasında gördüğü portresine aşık oluyor. Gördüğü resme hayran kalan adam, portrenin karşısındaki koltuğa oturuyor ve saatlerce gördüğü resmi izliyor. Daha sonra bir yıl boyunca, evi boyamaya gittiği her gün.

Halil, hiç kimseye bir açıklama yapma ihtiyacı duymayan, her şeyi olduğu haliyle kabul eden ve böylece kendi hayatındaki huzuru devamlı tutmayı başarabilen bir karakter. Öyle ki, resmine aşık olduğu kadını bile görmek istememekte ısrarcı. Ama bir gün bir kaza oluyor ve resimdeki kadınla rastlaşıyorlar. Hikaye burada başlıyor.

Meral, Halil’in kendisinin resmini izlerken gördükten sonra bir merak duymaya başlıyor meseleye. Halil ne kendisiyle doğru düzgün konuşuyor ne de kendisine ilgisi olduğunu belli eden en ufak bir harekette bulunuyor. Meral daha önce hiç karşılaşmadığı bu durumun gizemine çekiliyor. Bilmek istiyor, daha fazlasını öğrenmek istiyor. Sonra dayanamıyor ve Halil’i bu sefer o buluyor. Halil onu gördüğü anda hiçbir tepki vermeden yanından uzaklaşıyor, ama Meral istediğini almadan gitmek istemiyor ve peşinden gidip ardı ardına merakını doyurmaya çalışıyor. Neden onun resmine baktığını, neden kendisine bakmadığını, işte karşısında durduğunu sorguluyor. Ama maalesef merakını doyuramıyor. Halil onu istemiyor. Bana kalsa hikaye burada bitmeliydi.

Ama öyle olmuyor, çünkü Meral’in ilgisi bir arzuya dönüşüyor.  

Oysa Halil son görüşmelerinde nedenini çok açık bir şekilde ifade etmişti: “Bu korku, sevdiğim şeye ebediyen sahip olabilmek için çekilen bir korku.”

Meral daha sonra çıkıp kendi resmini ona götürüyor… Neden? Sanki kendisinin tercih edilmeyen olduğunu kabul ettiğini yüzüne vurur gibi yapıyor bunu. Eğer başka bir şey yapmamış olsaydı bu kabulleniş hikâyeye ne güzel otururdu.

 Ama sonra neden geri dönüp tekrar onu görmek istiyor? Daha kalıcı nedenler… Kendini unutturmamak! Kendi idealine aşık birini kim merak etmez ki?

İç dünyalar… İç huzur. İç huzurunu korumak istiyor Halil. Bu yüzden dışarıdan gelecek herhangi bir etkinin onun dünyasına zarar vereceğini, dünyasındaki tutarlılığı alt üst edeceğinin farkında.

Meral, hevesli ve ne yaptığının çok üzerinde düşünmeden, sadece istediğini bildiği bir şeye yöneliyor. Ama Halil, Halil sanki her şeyi biliyor… “Sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu sanıyorsun?” diyor. Ama Meral dayanamıyor, merak ediyor Halil’in kendi resminde ne bulduğunu. “Resmin benim içime bakıyordu… Benim kendimi görüyordu.”

Aynı zamanda Halil’e de içten içe hayran oluyor. Belki aşık olduğu kişiye, bir yıl boyunca kendi içinde yaşadığı hayale bağlı kalmak uğruna resmin, o kişinin kendisine karşı bile direnmesi ne kadar tutkulu ama yalnız biri de olduğunu düşünmesine, ona şefkat beslemesine yol açıyor. Bu yalnız adamı olduğu haliyle, en şeffaf haliyle görmek istiyor. Resmine değil, kendisine aşık bir şekilde bakarken.

Birini bu kadar tutarlı, bu kadar kararlı haliyle görmek, iradenin verdiği güce çekilmeye çok müsait hale getirir gücü gören kişiyi. O kişi de öyle olmak ister veya öyle biri tarafından sevilmek ister.  Mektubunda şöyle yazmıştı Meral: “Aşkta yalnız ve cesur olmayı sen öğrettin bana. Bundan sonra ben de senin gibi olmaya çalışacağım.” Meral bu mektubu yazıp gider de, bir türlü Halil’in kendisine aşık olmamasını kabullenemez. İstanbul’a döndüğünde bile Beşir’e söyler bunu. Benim kalbime başka biri düştü, artık senle evlenemem, der. “Varlığım bile onun için belli belirsiz.” Bir insan, kendisini, aslında o kişi kendisi olmasa da, nasıl yalnız kalmak pahasına sevebilir? Bir türlü aklından çıkaramaz…

Bunca zaman sonra Halil’i Meral’i aramaya yönelten iş arkadaşının kurduğu bir cümle çok çarpıcıdır.

“Biten bir işi ben ölüme benzetirim.”

Her iş bittikten sonra bir boşluk çöker, o boşluk bazen hüzne, bazen rahatlamaya, bazen de mutluluğa dönüşür. Ama en nihayetinde iş bitmiştir, artık o işe yeniden başlanmayacak, yeniden aynı şeyler yaşanmayacaktır. Olanlar yaşandıkları her şeyle birlikte geride kalmıştır, telafisi yoktur, iş bitmiştir. Hayatımızdaki çoğu iş aslında böylece biter ama biz gerçekte bittiklerini görmeyiz. Halil’i tekrar canlandırır bu sözler, oysa Halil başına gelen her şeyi kabullenmiştir ve bu oyuna o kadar da girmek istememiştir. Ama etrafında olan biten her şey onu istemeden girdiği bu girdaba sürükler. Sonunda gider Meral’in yanına… Ama geldiği anda geri dönmek ister. “Buraya seni görmek için gelmiştim. Şimdi seni görmek istemiyorum.” der. Meral onu yanlış anlar, sanar ki Halil onu başka bir erkekle gördüğü için böyle düşünüyor. Gerçekte Meral’i gördüğü anda idealindeki Meral’in yara almaya başladığını, resmin lekelendiğini hisseder de ondan kaçmak ister Halil.

Ama gerçeklerden kaçış var mıdır? Eninde sonunda Halil’in de insani özellikleri ağır basıyor. İdeali gerçeğe dönüştürme arzusu veya öylece ayağına gelen bir gerçekliğin ağırlığı kendi dünyasına kaçmasına engel oluyor. Gerçeklik dünyasıyla yüzleşen Halil, kendisine ait olan o parçanın kendi kontrolünün dışındaki biriyle veya birileriyle paylaşılmasını göze almak durumunda kalıyor.

Filmde ödenen bedel gerçeklik dünyasındaki ölümle sonuçlanıyor.

 (Gerçeklikle karşılaşan her arzunun kaza yapması gibi.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kelimeler

bu kelimelerin ne anlama geldiğini tabii ki biliyorum!

Tuzak