özgürlük sınırlar kümesinin dışına çıkamaz
Küçüklüğümde etrafımı saran güven hissini, yeni deneyimleri, kontrolümün dışında gelişen her şeyi nasıl heyecanlı karşıladığımı, o zamanlarımın gittikçe silikleşen hatıralarını büyüdükçe daha da arıyorum. Evde olsam da olmasam da, evde olmanın çocukluğumdaki büyüsü yok artık.
Büyüyünce büyüsü kaçıyor her şeyin, hiçbir deneyim ilk olarak kalmıyor. Heyecanla gittiğin okulun büyüdükçe aynı şeyleri sürekli tekrar eden bir saate dönüşüyor. İnsanlar sana daha farklı bakmaya başlıyor, gözlerinde her şeyi yapabilecek deli çocuk olmaktan çıkmaya başlıyorsun artık. Bireyleşiyorsun, ama çevren sana bireyleşmenin bedelini çok keskin ve ani yöntemlerle ödetiyor. Hiç öğrenmediğin, bilmediğin şeyleri başarmanı bekliyorlar senden. Daha niye olduğunu bilmediğin rekabetin içine atıyorlar, bir anda büyüyorsun böyle işte.
Çay saatlerini hatırlıyorum, akşam
yemeğinden yarım saat kadar sonra kulağa gelen kaşık seslerini. O kadar canlı
ki gözümde, kış zamanları tüten çayın buharının camı buğuladığını ve koşarak
cama bir şeyler çizdiğimi hatırlıyorum. Televizyon her zaman açık olurdu, müzik
ya da dans programları veya annemin çok sevdiği bir dizi olurdu genelde. Çayımı
üç şekerli ve sulu içer, üstüne bir de petibör büskivilerimi çaya batırarak
yerdim. Ben sakarlığımdan sürekli bir şeyleri döktüğüm için annem masada içmeme
izin verirdi ancak, ben de masada içerdim çayımı. Sonra koltuklara koşar, bazen
babamın kucağına atlar, ona bir şeyler anlatırdım. Amcam bizde akşam yemeği
yerdi genellikle, ben de onla oyun oynamaya bayılırdım. Topları getirirdim
hemen yanına, kovayı koyardık birkaç metre ötemize, içine atmaya çalışırdık.
Evde olmanın, ailemle olmanın verdiği sıcak his mutluluk kaynağımdı. Aralarında
ne konuştuklarını çoğunlukla anlamazdım ama onlarla olmak beni çok mutlu
ederdi. Geceleri televizyon kapandığında korkardım bu yüzden televizyon
kapanmadan uyumaya çalışır, bir de babama beni koruması için dualar okuturdum.
O duaları okuduktan sonra gözümde hayali bir mavi kalkan canlandırırdım
etrafımı saran, o artık beni koruyor olurdu ve ben de rahatlıkla uykuya
dalardım. Kış zamanları en sevdiğim şeylerden biri okuldan geldikten sonra
kalın yeleklerimi ve çoraplarımı giymek olurdu. Annem bana kızarmış yağlı ekmek
ya da onun gibi bir şeyler yapardı, televizyonu açar halıya oturarak Cedric
izlerdim. Hele kar veya yağmur yağdığında manzara izlemeyi, izlerken de bir
şeylerle uğraşmayı çok severdim. Hep bir uğraşı olan, kendi kendine mutlu olabilen
çocuklardandım bu yüzden pozitif enerji patlamalarıyla büyüdüm. İçimden geldiği
gibi davranabilmek o zamanların en büyük lütfüymüş tabii, sonradan anladım.
Öyle bir aidiyet hissiydi ki hiç eksik
hissetmiyordum; ait olduğum yer, hayatım, her şey belliydi ve olağan bir
kabulleniş vardı, yanlış olan bir şey yoktu, her şey olması gerektiği gibiydi.
Bu kadar belli hayatın içinde büyüyen bir çocuk olmak demek aslında bir sürü
yenilik ve belirsizlikle yüz yüze gelmek ama bu belirsizlikleri yalnız
çözmeyeceğini de bilmenin rahatlığını yaşıyor olmaktı. Her şey gözümde çok
büyük ve bir o kadar değerliydi; öğretmenimin gözünde söylediğim bir cümle bile
önemli olmalıydı, ailem yaptığım hatalarda bana kızdığında bu benim için
felaket demekti, sınavlarda aldığım notlar yüksek olursa dünya benim olurdu
çünkü aileme koşarak sevinecekleri bir haber götürebilir, öğretmenimin ailemle
hakkımda güzel şeyler konuşmasını sağlayabilirdim. Başarıya güdülenmiş çocuklar
olarak asıl amacımız kabul edilmekti elbette; sevdiklerimizin gözünde değerli
olma isteğinin bizi güdülediği davranışları o zamanlardan edindik.
Fakat büyüdükçe her şey yavaş yavaş
büyüsünü kaybetmeye başladı. Bir anda yaşadığım yerin ne kadar küçük bir yer
olduğunu, daha güzel, daha büyük dünyalar olduğunu fark ettim. Öğretmenlerimin
ideallerimdeki kişiler olmadığını, ebeveynlerimin aslında çok fazla hata
yaptığını fark etmeye başladım. Sonra arkadaşlıklarım oldu, arkadaş
ilişkilerinin kompleks yapısını çözmek için defalarca kez arkadaş yapıp bozdum.
Kavgalar, tartışmalar ettim; mutlu anları paylaştım, ailemi kötüledim, büyük
hayaller kurdum onlarla. Kalıcı olanın arkadaşlık olduğuna her yakın arkadaşlık
yaptığımda inandım, ama her seferinde etrafımdaki herkes değişti. Ben de
değiştim, değişim belki de yaşadığım dönemin en güzel zamanlarıydı. Korkunç,
karışık, hatalarla dolu deneyimler vardı elimde. O kadar fazla yenilik, o kadar
fazla değişim vardı ki günlerin nasıl geçtiği önemli değildi. Günümü doldurmak
için en fazla biraz fazladan bilgisayar oynardım ama genellikle günüm dolu dolu
yaşanmışlıklarla geçmiş olurdu. Yavaş yavaş daha az salona gitmeye başladım,
daha az çay içmeye, daha çok kendimle kalmaya başladım.
Bireyleşiyordum, birey olmak kolay iş değildi.
Kukla gibi oradan buraya koşturuyor ve herkesi memnun etmeye çalışıyordum.
Arkadaşlıklarım kendiliğinden oluşuyor ve kendiliğinden kopuyordu. Hep bir
heyecan, hep bir dinamizm vardı. Bu sırada taşındık, ergenliğimi geçireceğim
odama taşındım ben de. Lise bire kadar devam etti bu heyecan...Sonra 16-17
yaşında bir yerlerde durdu. Artık eskisi gibi hissedemiyordum kendimi. Bu hayattan
ne beklediğim, bu hayatla ne yapacağım ben dediğim zamanlara gelmiştim. Ailemle
çok farklı düşüncelerimiz olduğunu anlıyor, artık birbirimizi koşulsuz
sevemeyeceğimizi anlayacağımız o noktalara doğru sürükleneceğimizin ilk
sinyallerini hissediyordum. Tartışmalar başlamıştı, kardeşimi büyütme
şekilleri, politik görüşleri, maddi problemlerine beni dahil etmeleri gözüme
batıyordu. Okulumdan uzakta ilçede olduğum ve maddi olarak da zorlandığımız
dönemlerden geçtiğimiz için arkadaşlarımla veya okul aktiviteleriyle yeterince
vakit geçiremediğim için onları suçlardım, böyle zamanlarda sadece
bireyleşmiyor aynı zamanda da yalnızlaşıyordum. Bir hedefim olmalıydı, o hedefe
tutunmalı ve onu istemeli, onu almalıydım. Başarılı olursam bu dünyada bir
anlam ifade edebilir, bu dünyaya tutunabilirdim çünkü her şeye böyle meydan
okuyabilirdim. Ezilen, zorlanan olmak istemiyordum. Hep benden beklenenleri
yapan o insanlara dönüşmek istemiyordum. Doyurucu arkadaşlıklar, meslekler,
açık görüşlü insanlar, istediğimi yapabileceğim özgürlüğümü elde edebileceğim
yaşantılar istiyordum. Bunun için ne yapmam gerekirse yapardım. Yeter ki uzak
hayallere, o istediğim uzak geleceğe ulaşabileyim. Böylece yalnızlaşmanın
tehlikeli ağına kapılmıştım, gözüm başka bir şeyi görmez olmuştu.
Artık bu hayatımdan memnun olmadığımı anladığım andan sonrası için geri dönüş yoktu, aktif bir şekilde bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bu yüzden diğer birçok şeye kulağımı tıkadım.. Hep kendimle ilgili bir dünya hayal ettim, kendime yönelttim derdimi. Bu yüzden ailemin de arkadaşlarımın da ihtiyaçlarına tam olarak karşılık veremeyen biri haline gelmeye başladım, memnuniyetsizliğim öyle bir boyut alıyordu ki küçüklüğümdeki mutluluklarımın yerini çok başka hisler almaya başlamıştı. Yine karlı havalarda, bu sefer muhteşem olan manzarayı izlemek ve sıcacık pijamalarımı giymek bana ailemle ilişkilendirdiğim bir mutluluk vermiyordu. Yine de mutlu oluyordum elbette, derslerimi çalıştığım zamanlarda annem kupa çayla bisküvi getirirdi odama, odamın cam manzarası muazzamdı bu yüzden keyifle geçirirdim o anlarımı. Üzgünken kendimi müziğin dünyasına atar, saatlerce gitar çalardım, o da yetmezse telefonumu alır elime yazardım. Bir sonraki, iki sonraki senelerde nerede, ne yapıyor olduğumu tahmin etmeyi çok severdim. Hele ki üniversite sınavına hazırlandığım dönemler iyice yazmaya başlamıştım. Hayallerim süslüyordu geleceğimi. Farklılık, yenilik, aradığım bunlardı. Dediğim gibi, lisenin ortalarından itibaren artık sıkılmıştım bu hayattan. Arkadaşlıklarım, ailemle ilişkilerim, yaşantım doyum vermiyordu. Sporu da bırakmıştım artık. Aynı şeyler olmaya başlamıştı, yeniliklerden uzaklaşmaya başlamıştım. Her sabah erkenden kalkmayacağım günlerin gelmesini o kadar istiyordum ki. Kendi zamanımı planlayacağım, özgür olduğum o günleri istiyordum. Oysa gözümden kaçırdığım bir şey vardı, o günlerin güzel yanı determinizmdi, yani ne yapacağım zaten otoriteler tarafından belirlenmiş bir hayatta hayal kurmak kolaydı çünkü gelecekte bunu gerçekleştirme olasılığım vardı, ama o an için zaten yapamazdım, yani elimdekilerle mutlu olabilirdim. Kendi odamın, kendi alanımın, küçük kardeşimin olduğu, annemin çekip çevirdiği, babamın esnaf olduğu bir hayatta yine de mutlu olabilirdim. Ama ben hep gelecekte yaşamayı seçtim. Gelecek benim mutluluğumdu, özgür olabildiğim o anları istiyordum. Çevremi, hayatımı değiştirecek o etkinin benim davranışlarımdan bir yerlerden geçtiğini bilmenin verdiği gerginlik beni hep harekete geçirse de psikolojik açıdan yormaya başladı. Mutlu olamıyordum, arıyordum, bulamıyordum.
Hala bulamıyorum… Eksik olanın ne olduğunu defalarca bulup unutacak kadar fazla düşündüm bu meseleyi. Hep yeni nedenler buldum kendime. O eski hisler nerede, eski heyecanlarım, yeni bir güne kalkmak için kendimi hazırladığım heveslerim, her şey etkisini yitirdi. Artık sadece ben varım, yalnızlığım ve özgürlüğüm birbirine karıştı bu hikayede. Koşa koşa gittiğim, beni harekete geçmek için tetikleyen, sonucunda “Evet, ben bunu yaptım ve bu bana mutluluk veriyor!” dediğim şeyler artık yok. Kuru hayaller, kuru istekler, şu olursa bu olur, bu olmazsa şunu denerim dediğim ihtimaller üzerinden şekillendirdiğim yavan hayatım kaldı elimde. Heyecan duymak için çabalasam da bir şeyler artık farklı. Kendimi kandırıyor gibi hissediyorum bu sefer, ilk defa yaşamadığım şeylerin heyecanı beni cezbetmiyor. Bu yüzden başka, bambaşka yerlere gitmek istiyorum veya güzel sonuçlanabilecek bir amaç, bana kendimi güvende ve mutlu hissettirecek bir uğraş, yaparken kendimi kaybettiğim bir iş arıyorum. Kendim olarak hissetmek istiyorum. Sınırlara çarpmamak, önümü görebilmek istiyorum.
11 Eylül, 2021
Yorumlar
Yorum Gönder